Selef anlayışı, ilk üç neslin din anlayışı, Asr-ı Saaadet din anlayışı ve dine sonradan katılan bidatları terk ederek saf din anlayışına dönme çabalarının bütünü şeklinde ifade edilebilir. İslam tarihine baktığımız zaman selef anlayışı zamanla selefîlik düşüncesine dönüşerek farklı şekillerde anlaşıldığı görülmektedir. Selef anlayışının en yaygın ve ön planda olan biçimi, dini, Selef-î Salihin’in anladığı gibi anlama ve yaşama anlayışıdır. Bu anlayış geçmişten günümüze kadar Ashab-ı Hadis, Hanbelilik, Selefîlik, Vehhabilik ve Çağdaş (Neo) Selefîlik şeklinde devam etmiştir. Mezhepleşme döneminin yaşandığı dokuzuncu asırda selef, Ahmet b. Hanbel(ö.780-855) ve onun yolundan gidenler olmuştur. On dördüncü asra geldiğimizde, İbn-i Teymiyye (ö.728-1328) ve İbn-i Kayyim el-Cezviyye’nin (ö.791-1350) Ehl-i Hadis çizgisinde görüş sergiledikleri ve Selefîlik kavramını kullandıkları görülür. Selefi düşünce, tevil ve teşbihe düşmeden literal olarak Kur’an-ı Kerimi anlamamız gerektiğini savunur. Akli ve nakli delillerle düşünmeyi Selefî gruplar kesinlikle kabul etmezler. I. Dünya Savaşı sonrasında Suudi Arabistan’ın bağımsız devlet haline gelmesi ile Muhammed b. Abdülvehhap (ö.1202-1792) ile Muhammed bin Suud’un (1689-1765) yaptığı anlaşmayla, dînî, itikâdî, bidat, tevhit, şirk gibi söylemlerle çıkan Selefîlik, dinî siyasi bir hareket haline gelmiştir. Kendileri için diğer Müslümanlar, Vehhabi tabirini kullanmışsa da onlar bu tabiri kesinlikle kabul etmemiş; Selefî olduklarını iddia etmişlerdir. Sonraki dönemde Sait Ramazan el-Buti’nin (1929-2013)”Selefîlik mübarek bir zaman dilimidir, İslami bir mezhep değildir.” görüşü önemlidir. Sahabe, tabiin ve tebeu’t-tabiinden oluşan ilk üç nesli ifade eden ve aynı zamanda Ehl-i Sünnet vel-Cemaat mezheplerinin tamamının dâhil olduğu bir zaman dilimi olduğunu, bir mezhep olmadığını ifade etmiştir. Selefîlik XX. ve XXI. yüzyılda çağdaş, ıslahatçı, ihyacı bakış açıları olan Cemalettin Efgani, Reşit Rıza ve Muhammed Abduh’un, dini düşünceyi yeniden köklerine döndürme çabaları ve bunu sağlarken de aynı zamanda bilim ve teknolojiyi tavsiye etmelerinin yanında akılcı olmaları yönüyle de Modern Selefî veya İslam Modernistleri olarak adlandırılmışlardır. Bu da Selefîlikle ilgili ayrıca bir kavram kargaşasını doğurmuştur. Dini, Asr-ı Saadet’teki asli hüviyetine döndürme iddiasıyla ortaya çıkan Selefîlik, dini, gelenekçilik, bidat ve hurafelerden kurtarma; bazen de dinde yenilik ve modernizm anlamında kullanmıştır. Selefîlik, 1990’lı yılların başından itibaren sosyal, siyasal olarak bir ideolojiye, dine, fikre sorgulamadan inanma olarak anlaşılmıştır. Daha sonraları ise diğerlerine zorla dayatma, fundamentalizm, fanatizm, Cihadî Selefîlik gibi şiddet, tekfir, baskı ve terör eylemleri yapan kesimlerin kullandığı bir kavram haline gelmiştir. Özellikle“Cihadî Selefîlik”düşüncesi, el-Kaide ve DAEŞ gibi ideolojik İslam anlayışının hâkim olduğu Neo-Selefî oluşumlar tarafından içselleştirilmiştir. Bu örgütlerin Batı dünyasında gerçekleştirdiği terör eylemleri bütün dünyada dikkat çekmeye başlamıştır. Bu çalışmamızda selefilik diye isimlendirerek cihat, tekfir, tağut gibi kavramları öne çıkaran radikal söylemler ve İslam’ı ve Müslümanları ne kadar temsil ettikleri, inanç olarak Selef-î Salihin dönemine ne kadar benzedikleri araştırma konumuz olmuştur. Bu çalışmadaki asıl maksat, Seleften Selefîliğe dönüşen bu yapının gelişim ve dönüşüm süreçlerini incelemek ve bu dönüşümde ortaya çıkan günümüz Selefîliği ile Selef-î Salihin’in temsiliyetleri, benzerlik ve farklılıklarını anlamaya çalışmaktır.