Kelâm dinamik bir ilimdir. Şahit olmakla yetinmemek, reaksiyon göstermek bu ilmin en karakteristik özelliğidir. Bu yapısı sebebiyle birçok evreden geçmiş ve nihayetinde yeni ilm-i kelâm dönemi ortaya çıkmıştır. Yeni dönemin oluşumunda da Batı kaynaklı inkârcı akımlar ve bunların yerli izdüşümleri etkili olmuştur. Dönem kelâmcılarından biri de Abdüllatif Harpûtî’dir. Harpûtî yaşadığı çağa yaptığı şahitlik doğrultusunda kaygı yaşayan ve harekete geçmek gerektiğini düşünen bu doğrultuda da geçmiş müktesebatı sorgulayan bir kelâm âlimidir. Sıkı bir Ehl-i sünnet taraftarı olan Harpûtî gerek gündeme gelen yeni konular gerekse muhatabın farklılaşması nedeniyle seleflerinin takip ettiği kelâm usulünde bir değişimin lüzumuna kani olmuştur. Ona göre kelâm ilmi değişen şartlara göre yenilenebilmelidir. O, din karşıtı akımlarla mücadele noktasında örneklik teşkil edebilecek bir yöntem meydana getirme iddiasına sahiptir. Konusu Harpûtî’nin ulûhiyyet yaklaşımı olan araştırmamızın temel kaynakları yazara ait Tenkîhu’l-kelâm, Tekmile-i Tenkîhu’l-kelâm ve İlm-i Kelâm Târîhi kitaplarıdır. Yine Fikret Karaman’ın hazırladığı Kelâm İlmine Giriş kitabı da başucu kaynaklarımızdandır. Giriş ve iki bölümden oluşan çalışmamızın birinci bölümünde Harpûtî’nin hayatı, eserleri, ilmî şahsiyeti, yaşadığı dönemin sosyokültürel şartları, çağında etkin olan ideolojik yapılar ve hakkında yapılan çalışmalar konu edilmiştir. Araştırmamızın ana konusu olan“Abdüllatif Harpûtî’nin ulûhiyyete dâir düşünceleri”ikinci bölümde ele alınmıştır. Bölümde Harpûtî’ye göre Batılıların Allah’ı inkâr sebepleri, Allah’ın varlığını ispatın gerekliliği ve isbât-ı vâcibde kullanılan deliller, zât-sıfat ilişkisi, Allah’ın sıfatları, Allah hakkında câiz olan (rü’yetullah) ve olmayan hususlar ile Allah’ın dünyaya ilişkin fiilleri ele alınmıştır. Batı’daki inkâr hareketlerinin arkasında Hıristiyanlık dininin yanlış akîdelerinin tüm dinleri içine alacak şekilde genelleştirilmesi hatasının yattığını düşünen Harpûtî, bu yanlış bakış açısını düzeltebilme çabasının karşılık bulabileceği en önemli mercîyi isbât-ı vâcib olarak görmüştür. Çalışmamızda isbât-ı vâcib konusu hudûs, imkân, gaye ve nizam, fıtrat ve müşâhede delilleri çerçevesinde işlenmiştir. Zât-sıfat meselesini konunun hassasiyetine binaen tarafsız bir dille yorumlayan Harpûtî Allah’ın sıfatlarını selbî ve subûtî olmak üzere iki kategoride değerlendirme usulünü devam ettirmiş, rü’yetullah, Allah’ın zâtına dâir bazı hususlar ve Allah’ın fiilleri meselelerini Ehl-i sünnet duyarlılığında ele almıştır. Muhataplar tarih boyunca değişime uğrasa da isbât-ı vâcib, Allah’ın sıfatları, fiilleri ve zâtına dâir meseleler kelâmcıların ulûhiyyet konusunda ele aldıkları vaz geçilmez başlıklar olmuştur. Harpûtî mezkûr konuları nasıl ele almıştır? Farklı bir yaklaşım ortaya koyabilmiş midir? Kendi ifadesiyle çağdaş dinsizlere karşı onları ikna edici bir kitap yazabilmiş midir? Düşüncelerinde hangi kelâm ekolüne yakın durmaktadır? Düşünce farklılıklarına karşı tutumu nasıl olmuştur? Zikrettiğimiz sorulara yönelik bulduğumuz cevaplar araştırmamızın genel çerçevesini teşkil etmektedir.