İbn Rüşd’e göre nedensellik ve mucize problemi

İlliyet meselesi, İslâm düşünce tarihinde büyük bir tartışma konusu olmuştur. Modern dilde nedensellik ilkesi, sebeplerin kendi etkilerini yarattığı ve bu sebeplerin etkin varlıklar olduğunu savunan Aristotelesçi düşünceyi temel alır. Meşşaî geleneğe bağlı olan Müslüman filozoflar, illiyet ilkesini desteklemişlerdir. İlliyet konusu, klasik İslâm düşüncesinde ”illet” ve bunun neden olduğu süreci ifade eden ”illiyet” kavramı ile bunun neticesinde ortaya çıkan ”ma’lul”/etki çerçevesinde ele alınmış ve tartışılmıştır. Müslüman kelamcılar, Tanrı’nın mutlak gücüne ve O’nun evrende dilediği gibi hareket etme özgürlüğüne sahip olduğuna inanarak, nedensellik ilkesini reddetmişlerdir. Onlar, bu ilkenin mucize olgusunu olumsuz etkilediğini düşünmüşlerdir. Bu nedenle, kelamcılar, tecrübe ve akıl yoluyla neden ve sonuç arasında zorunlu bir ilişkinin olduğuna dair bir hüküm vermenin mümkün olmadığını iddia ederek olayları ve olguları ”âdet” kavramıyla açıklamışlardır. Bu bağlamda, Gazâlî, filozoflara karşı bir eleştiri mahiyetini taşıyan, Tehâfütü’l-Felâsife adlı eserini yazmıştır. Bu eserde, tartışmaya açtığı 20 meselede filozofları eleştirerek, onlardan burhan derecesinde deliller sunmalarını talep etmiştir. Ünlü Müslüman filozof İbn Rüşd, Gazâlî’nin eleştirilerine yanıt olarak kaleme aldığı, Tehâfü’t-tehâfüt adlı eserinde, onun filozoflara karşı sunduğu eleştiri ve argümanlarını değerlendirmiş, bunların yeterince ikna edici ve mantıklı olmadığını belirterek bu argümanların kesinlik ve kanıt seviyesine ulaşmadığını ifade etmiştir. İbn Rüşd, illiyet ilkesini ontolojik ve epistemolojik bir temele dayandırarak savunmuş ve duyulur nesnelerde bulunan etkin nedenlerin inkarını safsata olarak görmüştür. On göre, sebepliler hakkında bilgi edinmek, bu sebeplerin kendilerini anlamayı gerektirir. Yani, bir şeyin sebebini bilmek, o şeyin kendisini bilmekle mümkün olur. Zira, İbn Rüşd, gerçek bilgiyi, belli bir olayın temelinde yatan sebepleri anlama etkinliği olarak kabul eder. Bu bağlamda, nedensellik ilkesinin reddedilmesi aynı zamanda akıl ve gerçek bilgiye ulaşmanın reddedilmesi anlamına gelir. Bu ilkenin önemini vurgulayan Ünlü Filozof, sözü edilen ilkenin reddedilmesinin felsefî ve bilimsel olduğu kadar teolojik açıdan da ciddi sonuçlar doğuracağını ifade etmiştir. Bu bağlamda, şayet evrende her şey tesadüfi ve Tanrı’nın kavranamayan takdirine bağlı bir şekilde meydana geliyorsa, o zaman evrende mantıklı bir düzeni anlamak mümkün olmaz. Bu durum, sadece evrenin nasıl ortaya çıktığına dair anlamı sorgulamakla kalmaz, aynı zamanda bir yaratıcı varlığın evrende hüküm sürdüğü fikrini de reddetmeye yol açar. Bu anlamda, evrendeki düzen ve düzenlemeyi Tanrı’nın bilinçli bir şekilde yürüttüğünü savunan İbn Rüşd, bu düşüncesini desteklemek için inayet ve ihtira delillerini kullanmıştır. Peygamberliğin imkânı ve mucize olgusunu ele alıp tartışan İbn Rüşd, sıra dışı olayların tabiatın doğal akışını bozduğunu ileri sürmüş, ancak yine de mucize olgusunu mantıksal ve fiziksel açıdan mümkün görmüştür. O, duyusal türden sıradışı olaylara daima temkinli yaklaşmış, bu konuda net bir görüş ortaya koymamıştır. Duyusal mucizelerin peygamberlik için tek başına yeterli bir delil olamayacağını savunan İbn Rüşd, tüm zamanlarda peygamberliğin en büyük kanıtı ve en büyük mucize olarak Kur’an-ı Kerîm’i ileri sürmüştür.

Başlığı: İbn Rüşd'e göre nedensellik ve mucize problemi
Türü: Yüksek Lisans
Bolum: Felsefe ve Din Bilimleri Ana Bilim Dalı
Sayfa Sayısı: 102
Danışman: PROF. DR. TURAN KOÇ
4 Haziran 2025

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir