Her dinin müntesipleri için, ilk nesillerin ayrı bir değeri vardır. Çünkü onlar yeni bir dine karşı ortaya çıkan reaksiyonlara karşı canla başla direnen dinin sonraki nesillere ulaşması için her türlü fedakârlığı gösteren kişilerdir. Onlara karşı minnet ve saygı duyulması dini bir vecibedir. İslam söz konusu olduğunda Selef ilk üç nesildir (Sahabe, Tabiîn ve Tebeu’t-tabiîn).
İlk Nesil Selef’in yaşadığı dönemde Arapça sadeliğini koruyordu. Sahabe, Hz. Peygamber’in yanında yetiştiği için İslam’a teslimiyetçi bir yaklaşımla yöneliyor, dinî metinleri Hz. Peygamber’den edindikleri anlama kavrayışı ile isabetli bir şekilde kavrayabiliyorlardı. Bundan dolayı o dönemde özel olarak aklî prensipler ve metodolojiler oluşturmaya ihtiyaç duyulmuyordu. Ancak sonraki dönemde durum değişti. Hem Kur’an ve sünnetin daha iyi anlaşılmasını sağlayacak hem de doğrudan Kur’an ve sünnette yer almayan konularda
İslam’ın temel prensiplerine uygun çözümler üretmek maksadıyla akli prensipler ve metodolojiler oluşturma ve kullanma mecburiyeti hâsıl oldu. Özellikle belli bir dönemden sonra mevzu hadislerin çoğalması, İslâm’a karşı muhalefet gösteren kesimlerin ortaya attıkları batıl düşünce ve inançlar, bunu zorunlu kıldı. Ayrıca İslam medeniyeti vahyin aydınlığında aklın kullanılmasıyla inşa edildi.
İlk nesil Selef âlimleri yaşadıkları dönemin sosyal şartları çerçevesinde İslâm’ı evrensel bir din olduğunun farkında olmuşlar ve ona göre hareket etmişlerdir. Hâlbuki Ahmed b. Hanbel sonrasında ortaya çıkan ve günümüzde kadar farklı isimlerle gelen Selefîler, Selef’in yaşadığı çağdaki uygulamaları dondurmaya çalışmaktadırlar. Dolayısıyla İslâm’ı bölgesel ve kapalı bir toplumun dini haline getirme gayreti içerisinde oldular. Günümüzde şiddeti öne çıkaran dini akımlar, dinde aklın yeri olmadığı iddiasıyla nazar ve istidlâli (aklî çıkarımlar) kullanmamayı, dindarlığın gereği olarak değerlendirmektedirler. Bu zihniyete mensup kişiler, dün olduğu gibi bugün de kötü niyetli güç adakları tarafından kullanılmakta, bunlar örnek gösterilerek İslam bir şiddet dini olarak gösterilmektedir. Aynı zamanda Müslümanlar arasında bölünme ve parçalanma, kargaşa ve şiddet bunlarla gerçekleştirilmektedir.
Evrensel bir dinin inanç esaslarının diğer din ve felsefi inançlarla karşılaşmaması düşünülemez. Böyle bir durumda akaid esasları mutlaka yorumlanmaya başlanır. Yorumların devreye girdiği bir ortamda mutlaka farklı görüşler ortaya çıkar. Farklı görüşlere ve yorumlara müsamaha ile yaklaşmak gerekir. Aslında bu düşünen insan varlığı için vazgeçilmez bir durumdur. Allah’ın gönderdiği ayetlerin bir kısmını muhkem bir kısmını da müteşabih olarak göndermesinin hikmeti de burada gizlidir. Kur’an ayetlerinin pek çoğunun müteşabih ayetlerden oluşması, Allah’ın insan aklına verdiği değeri gösterir. Âlimler, muhkem ayetlerin ve çeşitli alanlarda oluşturdukları bilgilerin ışığında, sürekli bir taraftan ayetleri diğer taraftan Kur’an’daki müteşabih ayetleri düşünerek Kur’an’ın kendilerine rehber olmasını sağlarlar. Kur’an ve sünnette aklı kullanmaya yönelik sıkça onlarca ibare bulunur.
Uzun bir süreden beri İslam dünyası terör, açlık, yoksulluk, insan hakları ihlalleri gibi pek çok problemle karşı karşıyadır. Bütün bu olumsuzluklar birer sonuçtur. Esas neden aklın kullanılmamasıdır. Biz bu tebliğimizde kelamî epistemolojide aklın konumunu İslam’ın akla verdiği değeri ve aklını kullanmayanlara yönelik eleştirilerini belirledikten sonra Selefiyye’nin akla gereken değeri vermemesinin arka planını irdeleyeceğiz. Sonra bu yaklaşımın Müslümanlar açısından doğurduğu çok yönlü sonuçlara dikkat çekeceğiz.
Yazar: | İbrahim COŞKUN – Şerife ÖZKETEN |
Sempozyum Başlığı: | Uluslararası Ortadoğu’da Din ve Medeniyet Sempozyumu |
Yer: | Konya |
Yayıncı: | NEÜ Yayınları |
Tarih: | 2021 |
Sayfa: | 49-50 |
ISBN: | 978-625-7517-50-8 |
URL: | https://neuyayin.com/ |