Çalışma, mukaddimât-ı erbaʿa silsilesinden Hatibzâde Muhyiddin Efendi’ye (ö. 901/1496) ait Hâşiye ʿale’l-mukaddimâti’l-erbaʿa adlı hâşiyesini incelemeyi amaçlamaktadır. Ayrıca çalışmada, henüz tahkik edilmemiş olan bu hâşiyenin tahkiki de yapılarak literatüre kazandırılması hedeflenmektedir. Bunun yanı sıra çalışma, hâşiyenin nüshaları, müellifin hayatı ve risâleye müteallık birçok konuyu da ele almaktadır. Hatibzâde’nin Hâşiye ʿale’l-mukaddimâti’l-erbaʿa adlı hâşiyesi, ilk defa Sadruşşerîʿa (ö. 747/1346) tarafından et-Tavzîh eserinde dile getirilen mukaddimât-ı erbaʿa bölümüne Teftâzânî’nin (ö. 792/1390) et-Telvîh’te yazdığı şerhi esas alınarak yazılmış bir hâşiyedir. et-Tavzîh ve et-Telvîh eserleri üzerinden Sadruşşerîʿa ile Teftâzânî’nin değerlendirilmesi ve mukayese edilmesine yönelik Fatih Sultan Mehmed’in (ö. 886/1481) girişimi sonucunda dönemin yetkin âlimleri tarafından ele alınan mukaddimât-ı erbaʿa hâşiyeleri, Osmanlı ilim düşüncesinde önemli bir yere sahiptir. Hüsün-kubuh meselesi ile insan fiillerinin bir bütün olarak incelendiği bu literatürde insanın fiil ve eylemlerinin psikolojik ve metafizik temelleri irdelenmektedir. Çalışmaya konu olan ve yoğun bir muhtevaya sahip Hatibzâde’nin mukaddimât-ı erbaʿa hâşiyesi de birçok açıdan dikkat çekici niteliktedir. Hâşiyede özellikle İmâm Eşʿarî (ö. 324/935-36) ile Eşʿarîlik vurgusunun ön plana çıkartılması ve ayrıca konu hakkında Hanefî-Mâtürîdî yaklaşımın gündeme alınmaması dikkat çekici niteliktedir. Hatipzâde, hâşiyede Eşʿarî ekolün bu konudaki yaklaşımnı yine Eşʿarî ekolün otorite isimleri üzerinden temellendirmeyi hedeflemektedir. Hatibzâde nihaî tahlilde dört öncül hususunda Teftâzânî’yle ortak kanaati taşımaktadır. Hatibzâde, Teftâzânî gibi dört mukaddimenin iki öncüle indirgenebileceğini savunmaktadır. İlki, insanın ihtiyarî ile ıztırârî/zorunlu fiilleri arasındaki fark bedihîdir ve dolayısıyla bedihî olanın ispat edilmesi anlamsızdır. İkincisi, selef âlimlerinin ne cebir ne de tefvîz vardır şeklindeki ilkesel söylemidir. Bu ilke ise insanın sorumlu ve mükellef bir varlık olduğunu kanıtlamaktadır. Hatibzâde hem insan fiilleri hem de Tanrı ve insan ilişkisi hakkında Tanrı lehine bir yaklaşım sergilemektedir. Hatibzâde’ye göre fiiller hususunda insana düşen şey, insanın Tanrı karşısında aczini itiraf etmesi ve her şeyi mutlak yaratıcıya havale etmesidir. Çünkü Tanrı’nın büyüklüğü karşısında insanın yapacağı başka bir alternatifi bulunmamaktadır. İnsan kendisine en yakın fiillerin veya kendi elinden çıkan eylemlerin dahi künhüne vakıf değil iken Tanrı’nın azameti ve kutsiyetine de hiçbir surette erişemez. İşte bundan dolayı insanın aklıyla ya da düşüncesiyle kaderin hakikatine erişmesi imkânsızdır. İnsan için yürünecek en doğru yol, kadere boyun eğmek, Tanrı’nın cemâli ve celâli karşısında hayret ve inkisâr duygusu hissetmektir. Ayrıca sorumluluk bilincini terk etmeksizin Tanrı’nın iradesine uygun davranmaktadır. En genel anlamıyla Hatibzâde, Eşʿarîliğin cebr-i mutavassıt yaklaşımını benimsemiş ve Sadruşşerîʿa’nın insan eylemlerinin meydana gelişi hususunda geliştirdiği dört önermeyi kabul etmemiştir.
Yazar: | Mustafa BORSBUĞA – Coşkun BORSBUĞA |
Yayın: | Tahkik İslami İlimler Araştırma ve Neşir Dergisi |
Cilt: | 4 |
Sayı: | 2 |
Sayfa: | 209 – 346 |
Tarih: | 2021 |
DOI: | 10.5281/zenodo.5803745 |
ISSN: | 2459-1815 |
URL: | https://dergipark.org.tr/tr/pub/tahkik/issue/67763/1009581 |