Kur’ân’ın yorumunda daha çok aklı belirleyici olarak gören Muʿtezile, bu yönüyle diğer ekollerden bariz bir şekilde ayrılmaktadır. Meseleleri, geliştirdikleri “Beş Usûl” çerçevesinde ele alan söz konusu mezhep, naslarda akla muhalif gibi görünen hususları tevillerle aşmaya çalışmışlar ve diğer oluşumların hedefi haline gelmişlerdir. Özellikle Kur’ân’ın mahlûk olduğu, büyük günah işleyen bir müminin kâfirle aynı akıbete maruz kalacağı, kulun kendi fiilinin yaratıcısı olması, kerametin mümkün olamayacağı gibi görüşleri bilhassa Ehl-i Sünnet âlimleri tarafından çok sert bir şekilde eleştirilmiş ve gayri meşru ilan edilmiştir. Söz konusu eleştiriler İslam akidesine ters düştüğü ve Müslümanları yanlış kabullere sevk edebileceği endişesiyle bilhassa kelâm âlimlerinin sürekli gündeminde olmuş ve eserlerinde onların fikirlerini çürütmeye çalışmışlardır. Ehl-i Sünnet müfessirleri de Muʿtezile’ye karşı benzer tepkiler vermişler ve kendi görüşlerine delil gösterdikleri âyetleri izah ederken mevzu bahis mezhebin görüşlerini uzun uzadıya tartışıp onları reddetme yoluna gitmişlerdir. Mu’tezile’nin ileri sürdüğü görüşlerin, kelâm âlimlerinin yanı sıra tasavvuf ehli tarafından eleştirildiği de görülmektedir. Zira hakikati anlayıp idrak etme noktasında Tasavvuf’un akla daha az önem verip kalbi onun önüne geçirmesi, Allah’ın, irade ve kudretinin mahlûkatı her yönüyle kuşatıp her an onlarda tecelli ettiği düşüncesi ve vahdet-i vücûd anlayışı gibi hususların manevi tecrübeyi ölçü olarak kabul etmeyen Muʿtezilî düşünce sistemi içerisinde hemen hemen hiçbir karşılığı yok gibidir. Doğrusu mevzu bahis fırkaya ait fikirlerin sûfî gelenek içerisinde Kur’ân eksenli olarak nasıl ve hangi boyutlarda değerlendirildiği meselesi araştırmaya değer bir konudur. Muʿtezile ekolüne ait fikirlerin sûfî gelenek içerisinde Kur’ân eksenli olarak nasıl ve hangi boyutlarda değerlendirildiği meselesi araştırmaya değer bir konudur. Bu makale, sûfî geleneğin Muʿtezilî düşünceye Kur’ân merkezli olarak nasıl baktığı konusunu işârî tefsir sahasında önemli bir yere sahip olan İsmail Hakkı Bursevî’nin Rûhu’l-beyân adlı tefsiri örneğinde ele almaktadır. Bu çalışma sayesinde, 18. Yüzyıl Osmanlı tasavvuf ve tefsir geleneğinin Muʿtezilî düşünce sistemine nasıl baktığı sorusuna daha sağlıklı bir cevap sunma imkânı elde edilecektir. Makalede Bursevî’nin, söz konusu mezhebin hangi görüşlerine temas ettiği ve bunları hangi ayetler çerçevesinde ele aldığı tespit edilmiş ve ilgili başlıklar altında konu işlenmiştir. İsmail Hakkı Bursevî, hem bir mutasavvıf hem de güçlü bir müfessir kimliğine sahiptir. Oldukça donanımlı ve çok yönlü olması ona, farklı görüşlere sahip fırkaları daha geniş ve daha birikimli bir şekilde değerlendirme imkânı sunmaktadır. Bu çerçevede o, tefsirinde, sadece aklı ve tevili nasları yorumlamada bir referans kabul eden Muʿtezile mezhebine birçok yerde temas etmiş, görüşlerini ve delillerini ayetler ışığında tenkit etmiştir. Bursevî’nin Muʿtezile mezhebine pek de sıcak baktığı söylenemez. Yetmiş üç fırkaya ayrılan ümmetin sadece Ehl-i Sünnet olan gurubunun hidâyet üzere ve geri kalan yetmiş iki gurubun ise sapkınlık ve dalalet üzere olduğu düşüncesinde olan müfessir, kendi düşünce sisteminde manevi tecrübeye yer vermeyen ve daha çok aklı ön plana çıkaran Muʿtezile’yi de bu sapkın guruplar içerisinde değerlendirmektedir. Bu çerçevede o, yeri geldikçe onların fikirlerini çok sert bir şekilde eleştirmekten geri durmamıştır. Âyetleri tefsir ederken Ehl-i Sünnet mezhebini esas alan ve bunu bir ölçü olarak kabul eden müfessirin Muʿtezile’ye karşı oluşunu basit bir mezhep tarafgirliği olarak değerlendirmek oldukça naif bir tutumdur.
Yazar: | İskender ŞAHİN |
Yayın: | Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi |
Cilt: | |
Sayı: | 26 |
Sayfa: | 181 – 205 |
Tarih: | 2021 |
DOI: | 110.35415/sirnakifd.884784 |
ISSN: | 2667-6575 |
URL: | https://dergipark.org.tr/tr/pub/sirnakifd/issue/62670/884784 |