Kelam ilminde ihbât ve istihkak, ulûhiyet üst başlığı ef’âl’i-ibâd alt başlığı altında tartışılan iki kavramdır. Ekoller, bu iki kavrama yükledikleri anlam nispetinde Allah-insan ilişkisini belirlemeye çalışmışlardır. Kelam sistemlerini Allah merkezli bir paradigma üzerine inşa eden ekoller istihkak odaklı bir ilişkiyi öngörürlerken, insan merkezli düşünenler ise ihbâtı daha çok ön plana çıkarmışlardır. Her iki cenahın hemfikir oldukları husus kavramların fiille olan ilişkisidir. İstihkak iyi amellerden mütevellit iken ihbât da kötü fillerin sonucunda hasıl olan bir neticedir. İslam tasavvurunda insanın elde edeceği iyi ya da kötü her bir netice, yaptıklarının karşılığından başkası değildir. Kur’ân bu gerçeğe “insana ancak yaptığının karşılığı vardır” beyanıyla dikkat çekmiş, kelam mektepleri de ef’âl’i-ibâd teorilerini bu minval üzere inşa etmişlerdir. Neticede iyilik yapana mükâfat kötülük yapana ise ceza öngörülmüştür. Mu’tezile, insanı merkeze alan bir kelam sistemi benimsediğinden dolayı tüm kelamî görüşlerini usûl-i hamse ilkeleri doğrultusunda açıklamaya çalışmış, ihbât ve istihkak teorisini de va’d ve vaîd, adalet ve el menzile beyne’l menzileteyn prensipleri kapsamında değerlendirmiştir. Mu’tezile’ye göre Allah’ın fiilleri hüsün/iyidir. O kulları için gerekli tüm imkânları hazırlamış ve aslah olanı yaratmıştır. Adaleti gereği ise kullarını fiillerinde serbest bırakmıştır. Dolayısıyla kul fiilinin gerçek failidir. Sorumluluğu da bir tek ona aittir. Ameller iyi olmasına karşılık övgü, kötü olmasına karşılık yergi içerir. Bunun neticesinde övülen amelin karşılığında mükâfat, yerilen amelin karşılığında ise ceza hak edilir. Allah adaleti gereği kullarına hak ettiği karşılığı vermelidir. Mu’tezile, konuya adalet zaviyesinden yaklaşırken genelde Ehl-i Sünnet özelde Eş’arî mütekellimlerinden Fahreddin er- Râzî, ihbât ve istihkakı daha çok ilâhi lutuf kapsamında ele almış, Mu’tezile’nin ihbât ve istihkak anlayışını akli ne nakli deliller muvacehesinde eleştiriye tabi tutmuştur. Mu’tezile, kulun cennet ve cehennemi hak etmesini amellere bağlarken Râzî, Allah’ın lutuf ve keremi olarak görmüştür. Bu nedenle Mu’tezile, ihbâtı sevap ve günaha bağlarken Râzî tamamıyla sevap ve günaha bağlamayı doğru bulmamıştır. Râzî’ye göre sevap ve ikâbın karşılıklı düşürülmesiyle günah işleyen kimse hiç günah işlememiş, sevap işleyen de hiç sevap işlememiş olması muhtemeldir. Fahreddin er-Râzî kelâmî bir problem olarak ihbât ve istihkakı biri olumlu diğeri olumsuz olmak üzere iki yönden ele almıştır. Olumsuz yönüyle ihbât daha çok kâfir, müşrik ve münafıkların amelleriyle alakalıdır. Olumsuz ihbâta göre kâfir, fâsık ve münafıkların amelleri geçersizdir. İmansız bir amelin karşılığı olmadığı için kâfirin ameli küfrü sebebiyle boşa çıkacak olandır. Râzî bu görüşüyle Mu’tezilî âlimlerle ittifak halindedir. Olumlu anlamda kastedilen ihbât ise müminlerin iyi amellerinin kötü amellerini düşürmesine dairdir. Râzî bu görüşünü “Şüphesiz ki iyilikler kötülükleri siler” ayetine dayandırmıştır. Ona göre iman adeta amelleri koruyan bir kalkandır. Neticede imanın varlığı günahların silinmesinin ya da azabın hafifletilmesinin bir sebebi olarak kabul edilmiştir.
Yazar: | AYŞEGÜL DEMİRÇELİK |
Tür: | Yüksek Lisans |
Üniversite: | Şırnak Üniversitesi |
Danışman: | DR. ÖĞR. ÜYESİ RUHULLAH ÖZ |
Yayın Yeri: | Şırnak |
Tarih: | 2022 |
Sayfa: | 110 |
URL: | https://tez.yok.gov.tr |