Şefaat inancı, tüm dinlerin ebedî saadet ve kurtuluşa erme fikriyle yakından ilişkilidir. Gerçek ve ebedî mutluluğun ahirette olacağını öğreten bu dinlerde şefaat, daha ziyade ahiretle irtibatlandırılmaktadır. Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta kendilerine özgü farklı görünümleriyle birlikte var olan bu inanç, Kur’ân’ın ilk muhatapları olan Câhiliye dönemi Arapların da inanç dünyasını şekillendiren bir konu olmuştur. Bu anlamda her ne kadar onlar, aşkın ve yüce olan bir yaratıcı fikrine sahip olsalar da gerek melekleri gerekse onların suretleri olarak kabul edip tapındıkları putların kendileri hakkında şefaatçi olacaklarını ve kendilerini Allah’a yaklaştıracaklarını iddia etmişlerdir. Öyle ki Allah’a yakın gördükleri meleklerin heykellerini yaparak bu cansız suretlere tapınmaya başlamışlar ve onlara dişil isimler vermişlerdir. Bir bakıma onlar, Allah’ı uzak, erişilemez ve düşünce dünyalarına sığdırılamaz üstün bir Varlık olarak gördüklerinden kendisiyle doğrudan iletişime geçilemeyeceğini düşünmüşler ve putları, ihtiyaçları ve taleplerini iletmek üzere Allah ile aralarında aracı kılmışlardır. Neticede kendileri ile Allah arasında irtibatı sağladığını zannettikleri putlara, korku ve gazabından emin olma yahut fayda ve yardım görme amacıyla yönelerek şefaat beklentisi içerisine girmişlerdir. Ancak Kur’ân, onların bu iddiasını, bilhassa ilahî dinlerin esasını oluşturan ve ortak çağrısı olan tevhid prensibine tamamen aykırı bulup köklü biçimde değiştirilmesini zorunlu görmüştür. Zira Allah’ın rubûbiyetinde, sıfatlarında, fiillerinde ve mülkünde ortağı olması anlamına gelen bu anlayış, aynı zamanda O’nun yetki dağılımı ve paylaşımı yapması demektir. Oysa yetki ve güç kullanımı yalnızca ve tamamen Allah’a aittir. Şüphesiz tüm varlıklar O’nun kontrolü ve hükümranlığı altındadır. O’ndan bağımsız bir alan yoktur. Hem bu dünyanın hem de ahiretin sevk ve idaresinin yasaları ve ilkeleri O’na aittir. Dolayısıyla O’nun izni ve iradesi olmadan O’nun katında şefaat edebilecek hiçbir varlık yoktur. Nitekim nasslara bakıldığında Allah, bir taraftan Müşrik toplumun şefaat beklentisini şiddetle reddederken; diğer taraftan kendisine ait olan bu yetkiyi bazı kriterlere bağlamıştır. Açıkçası bu durum, İslâm fırkaları ve müntesipleri nezdinde şefaatin varlığı veya yokluğundan ziyade nasıl gerçekleşeceği ve kimleri kapsayacağı noktasında tartışılmasına neden olmuştur. Esasında tartışmanın seyrini ve odak noktasını, tövbe etmeden ölen büyük günah sahibi kimselerin ahiretteki durumlarının ne olacağı sorunu oluşturmaktadır. Başka bir deyişle iman ile amel arasındaki ilişki türü ve boyutu, tarafların şefaat meselesine yaklaşımını belirlemiştir.
Bu çalışmada, müteahhirûn dönemi Eş´ârî âlimlerinden Sa´düddîn Teftâzânî’nin (öl. 792/1390), meseleye şekil ve yön veren iman-amel ilişkisine dair görüş ve düşünceleri üzerinde durulacaktır. Daha doğrusu meselenin ana damarını oluşturmasından ötürü büyük günah işleyen kimsenin dünya ve ahiretteki durumu hakkında onun açıklama ve değerlendirmelerine temas edilecektir. Ardından anlam alanı ve kapsamı bağlamında şefaatin ahiretteki varlığına ilişkin onun aklî ve naklî açıdan temellendirmelerine yer verilecektir. Tüm bunlar yapılırken Teftâzânî özelinde müellif bazlı mesele irdeleneceğinden bu çalışmanın bazı sınırlandırmalar ve belirlemeler barındırması kaçınılmazdır. Buna bağlı olarak çalışma, konu, kaynak ve yöntem bakımından daraltılmış ve sınırlı tutulmuş olacaktır. Birbiriyle doğrudan alakalı ve ilişkili olan büyük günah ve şefaat konuları alt başlıklar hâlinde ele alınırken yalnızca özgün ve temel kaynaklara yani müellifin kendi eserlerine müracaat edilecektir. Yöntem olarak çalışmada, deskriptif, argümantasyon ve karşılaştırma metodu izlenecektir. Fakat bu süreçte müellifin, eserlerinde hasım olarak görüp muhatap aldığı Mu´tezile’nin bu iki konu hakkındaki yaklaşımını ve kendisinin de bu ekole yönelik verdiği yanıtlara mukayeseli olarak değinilecektir. Onun haricinde müellifin mensubu olduğu ekolün yanı sıra diğer kelâm okullarının bu iki konuya dair görüş ve düşüncelerine alt başlıklar hâlinde ayrı ayrı olarak yer verilmeyecektir.
Yazar: | Hasan TÜRKMEN |
Yayın: | Amasya İlahiyat Dergisi |
Cilt: | |
Sayı: | 16 |
Sayfa: | 519 – 550 |
Tarih: | 2021 |
DOI: | 10.18498/amailad.856687 |
ISSN: | 2667-6710 |
URL: | https://dergipark.org.tr/tr/pub/amailad/issue/62336/856687 |